Ninova
Albert Camus Bebek10

Join the forum, it's quick and easy

Ninova
Albert Camus Bebek10
Ninova
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

Albert Camus

Aşağa gitmek

Albert Camus Empty Albert Camus

Mesaj tarafından troypc Cuma Ara. 11, 2009 9:11 pm

Albert Camus

'Yabancı' ve 'Veba'nın yazarı Albert Camus, 1960'da 46 yaşında trafik kazasında öldü.

Günümüzün en güçlü Fransız yazarlarından biri olan Albert Camus, 1913'te Cezayir'in Mondovi kasabasında dünyaya geldi. Babası Fransız, annesi İspanyoldu. Fakir bir ailenin çocuğu olan Camus, küçük yaşta babasını kaybetti.

Bağımsız bir hayat sürebilmek amacıyla küçük yaşta evden ayrıldı. Geçimini sağlamak için birçok işe girip çıktı, vereme yakalandı. Felsefe eğitimini yarıda bırakarak, bir süre tiyatro ile uğraştı. Alman işgali boyunca 'Combat' gazetesinin yazı işleri müdürlüğünü yaptı.

1937 ve 1938'de yayımlanan iki denemesiyle edebiyata giren Camus, bu kitaplarında bir şair ve üslupçu görünüşüyle karşımıza çıkar. 1942'de yayımladığı 'Yabancı' (L'Etranger) ona çabucak şöhretin kapılarını açar.

'Yabancı', saçmalığın elinde oyuncak olan, etrafında olup bitenleri anlayamayan, anlamak için de bir çaba harcamayan kayıtsız, vurdumduymaz bir kişinin durumunu nesnel bir görüşle gözler önüne serer.


Aynı yıl yazdığı 'Sisifos Söyleni'nde (Le Mythe de Sisyphe) , mutsuzluğa düşen çağımız insanının trajedisini ele alarak, saçmanın felsefesi diye tanımlanan bir dünya görüşü ve Jean Paul Sartre'ın varoluşçuluğu ile yepyeni bir düşünce ve duyuş biçimi getirir.

'Yabancı' ve 'Sisifos Söyleni' adlı yapıtlarında Camus, hem güçlü bir romancı hem de bir filozof olarak kendini gösterir. Saçmanın felsefesinin varoluşçulukla ortak yönleri olduğu su götürmez bir gerçektir, ama yine de birbirlerine karışmazlar.

Saçmanın felsefesinin başlıca temsilcisi olan Camus, 'Yabancı'da ana hatlarıyla verdiği bu felsefeyi, 'Sisifos Söyleni' de daha yoğun bir biçimde işler ve bu dünyada mutlu olmak imkansızlığı üzerinde durur.

Aslında 'Sisifos Söyleni', evrenin anlamsızlığı ve insanın saçma kaderine baş kaldırma ihtiyacı üzerine yazılmış bir denemedir. Camus, 1951'de yayımladığı 'Başkaldıran İnsan'da (L'Homme revolte) bu konuları yeniden ele alır ve derinliğine işler.

1947'de yayımlanan 'Veba' (La Peste) büyük etki yaratır ve yazara 'Prix des Eritiques' ödülü kazandırır. Bundan sonraki kitaplarında Camus, bir filozoftan çok bir ahlakçı ve edebiyatçı kimliğiyle kendini gösterir. Bu durumu oyunlarında görmek daha kolaydır.

En son romanı olan 'Düşüş'ü (La Clute) 1956'da yayımlar. 1957'de en güzel hikayelerinin bulunduğu 'Sürgün ve Krallık' (L'Exil et le royaume) ile yaratıcı sanatın en güzel örneklerini verir. En güzel hikayeleri, şüphesiz, Cezayir'de geçenlerdir.

Eserlerinde çok az yazar ve düşünürde görünen sıklıkta ölüm, anlamsızlık ve nihilizm temalarını işleyen ve 1957'de Nobel Edebiyat Ödülü'nü kazanan Camus, 1960'da bir trafik kazasında, gerçekten saçma bir ölümle hayata gözlerini kapattı.

En tanınmış eseri olan 'Yabancı'yı 1942'de yayımladı. 'Yabancı'da açık, sade, süssüz ve hareketli üslubu ile Hemingway'den etkilenmiş izlenimi verir.

Camus 'Yabancı'da, kayıtsız, hayatın anlamsızlığına karşı mücadele etmekten yorulmuş, etrafında olup biten olayları anlamayan, anlamak için de hiçbir çaba harcamayan, unutulmaz bir insan tipini canlandırır.


Önemli eserleri

'Amerika Günlükleri'
'Başkaldıran İnsan'
'Büyüyen Taş'
'Caligula'
'Denemeler'
'Düğün ve Bir Alman Dosta Mektuplar'
'Düşüş'
'Ecinniler'
'İlk Adam'
'Mutlu **üm'
'Sıkıyönetim'
'Sisifos Söyleni'
'Sürgün ve Krallık'
'Tersi ve Yüzü'
'Veba'
'Yabancı'
'Yolculuk Günlükleri'


***

Jean Paul Sartre'dan Albert Camus üzerine


Varoluşçuluğun en önemli düşünürlerinden Jean Paul Sartre, Albert Camus'nün ölümü üzerine aşağıdaki metni kaleme almıştı...

Altı ay önce, dün bile, 'ne yapacak' diye soruluyordu. Saygı duymak gereken karşıtlıklarla yaralanmış bir halde, geçici bir süre için sessizliği seçmişti. Ama, ağır ağır geçen ve seçtiğine bağlı kalan ender insanlardan olduğu için, sessizliğin sonu beklenebilirdi. Bir gün konuşacaktı. Söyleyecekleri üzerinde tahminde bulunmak yürekliliğini bile bile göze alamayacaktık. Ama, hepimiz gibi, yeryüzü ile birlikte değiştiğini düşünüyorduk: varlığının canlı kalmasına yetiyordu bu.

Dargındık; dargınlık -hiç görüşmeyecek bile olsak- bir şey değil; olsa olsa, içinde bulunduğumuz dar, küçük dünyada, birbirimizi gözden kaçırmadan ve birlikte yaşamak bir çeşit. Bu, onu düşünmeme, okuduğu bir kitap sayfası ya da gazete üzerindeki bakışını duymama ve kendi kendime, "ne diyor? Şu anda ne diyor" dememe engel değildi.

Olaylara ve içinde bulunduğum ruhsal duruma göre, bazen çok sıkıntılı, bazen çok acı olarak yargıladığım sessizliği; ısı ya da ışık gibi, her günün niteliği idi, insancıldı. Kitaplarının -özellikle, belki en güzeli ve en az anlaşılanı olan 'Düşüş'ün- tanıttığı düşüncelerinin, yanında ya da karşısında olunuyor, ama her zaman onlarla birlikte yaşanıyordu. Kültürümüzün belirli bir serüveni idi bu: Dönemleri ve sonucu bulunmaya çalışılan bir davranıştı.

Çağımızda ve tarih karşısında yaptıkları Fransız edebiyatında belki en ilginç olan uzun ahlakçılar zincirinin günümüzdeki mirasçısını temsil ediyordu. İnsatçı, dar ve saf, duygulu ve sert insancıllığı, çağımızın biçimsiz ve toplu olayları ile, sonucu şüpheli bir savaşa girmişti. Ama, bunun yanında da reddetmedeki inatçılığı ile, çağımızın ortasında, gerçeğin altınlarına ve makyavelcilere karşı, ahlakın varlığını savunuyordu.

Bir yıkılmaz deyimleme, savunma olduğu söylenebilirdi. Ne değin az okunur, ne değin az düşünülürse düşünülsün, avucunda sıkı sıkıya sakladığı insancıl değerlerle karşı karşıya kalınıyordu: siyasal davranış sorununu ortaya koyuyordu ortaya örneğin. Ya yanından kıvrılıp gitmek, ya da savaşa girişmek gerekiyordu: tek kelime ile, düşünce hayatını yapan gerilim için kaçınılmazdı. Son yıllarda, sessizliğinin bile olumlu bir yönü vardı; uyumsuzun bu Descartesçısı, ahlakın güvenli toprağını bırakıp, uygulamanın sonucu belirsiz yollarına sürüklenmeyi reddediyordu. Fark ediyorduk bunu; sessizliği seçtiği sorunların ne olduğunu da seziyorduk: çünkü ahlak, yalnız başına ele alınırsa, hem devrim yapılmasını gerektirir, hem de suçlar onu.

Bekliyorduk; beklemek gerekti, bilmek gerekti: sonunda ne yapar, neye karar verirse versin Camus kültür alanımızın belli başlı kuvvetlerinden biri olmakta, çağın ve Fransa'nın tarihini kendince temsilde devam edecekti. Ama konuşsa idi, belki gittiği yolu öğrenecek ve anlayacaktık. Herşeyi yapmıştı -bütün bir eser- ve her zaman olduğu gibi, herşey ortada idi. Kendisi de söylüyordu: "Eserimi bundan sonra yapacağım". Bitti artık. Bu ölümün, kendine özgü bir rezaleti var; insancıl olmayanın, insanlık düzenini ortadan kaldırması bu.

İnsanlık düzeni, bir düzensizliktir henüz; haksızdır, geçicidir, ölünür orada, açlıktan öldürülünür; ne var ki, insanlarca kurulmuştur, onlarca ayakta tutulmakta ve savaşı yapılmaktadır. Bu düzende Camus'nün yaşaması gerekti; ilerleyen bu adam, bizim sorunumuzu ortaya koyuyordu; kendisi de karşılığını arayan bir sorundu; bizler için, kendisi için, düzeni kuran ve reddeden insanlar için uzun bir hayatın ortasında yaşıyordu; sessizlikten çıkması, karar vermesi ve sonuca bağlaması önemli idi. Yaşlanıp ölenler vardır; hep ertelenmiş olup, yaşantılarının anlamı, yaşantının anlamı değişmeden ölebilecekler vardır. Ama bizim gibi kararsız, şaşkın olanlar için, en iyilerimizin karanlık geçidin sonuna gelmeleri gerekir. Bir yapıtın nitelikleri ve tarihsel bir anın koşulları, çok ender olarak, bir yazarın yaşamasını bu kadar açıkça gerektirmiştir.

Camus'yü öldüren kazaya, rezalettir diyorum; çünkü bu kaza, insancıl dünyada, en derin gerekliliklerimizin uyumsuzluğunu ortaya çıkarıyor. Camus, 20 yaşında iken, ansızın kapıldığı, yaşantısını altüst eden bir hastalıkla, uyumsuzu -insanın budalaca yokluğunu- buldu. Alıştı buna, dayanılmaz koşulunu düşündü ve kendisini kurtardı. Bu iyileşmiş hasta, beklenmeyen ve dışarıdan gelen bir ölümle çiğnendiğine göre, yalnız ilk yapıtlarının gerçeği söylediği zannedilebilir. Buna göre uyumsuzluk, ne kimsenin ona, ne de onun kimseye sorduğu sorudur; sessizlik bile denemeyecek, hiçbir şey olmayan bir sessizliktir.

Böyle olduğunu zannetmiyorum. İnsancıl olmayan, kendini belli eder etmez insanın bir bölümü olur. Durmuş her yaşantı, -bu değin genç bir adamınki bile olsa- hem kırılan bir plak, hem de bütün bir hayattır. Bu ölümde, onu sevmiş olanlar için, dayanılmaz bir uyumsuzluk vardır. Gene de bu parçalanmış yapıtı, bütün bir yapıt olarak görmeyi öğrenmek gerekir. Camus'nün insancıllığında, kendisini ansızın alıp götüren ölüme karşı insancıl bir davranış bulunduğu, onurlu mutluluk araştırmasının, ölmenin insanlık dışı gerekliliğini içine aldığı ve zorunlulaştırdığı ölçüde, bu eserde ve bu eserden ayrılamayacak olan yaşantıda, gelecekteki ölümüne karşı varlığının her anını kuşatmak isteyen bir insanın saf ve başarılı girişimini bulacağız.




troypc
troypc

Mesaj Sayısı : 2140
Kayıt tarihi : 26/11/09
Yaş : 34
Nerden : Ankara

http://ninova.eniyiforum.org

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Sayfa başına dön


 
Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz