Ninova
Bafra Gölü Destanı Bebek10

Join the forum, it's quick and easy

Ninova
Bafra Gölü Destanı Bebek10
Ninova
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

Bafra Gölü Destanı

Aşağa gitmek

Bafra Gölü Destanı Empty Bafra Gölü Destanı

Mesaj tarafından troypc C.tesi Ara. 12, 2009 9:05 pm

Bafra Gölü Destanı
Bugün Bafa Gölü kıyısında kalan Herakleia’nın İ.Ö.5.yy’da bütün Ege kentleriyle birlikte Attika Delos Deniz Birliği’ne üye olduğu, Ortaçağ’ın sonlarına kadar da yerleşime sahne olduğu bilinmekte. Bu nedenle tarihi de hayli zengindir kentin.
M.Ö 1. binin başlarında Karialılar tarafından Latmos adlı küçük bir koloni kenti olarak kurulmuş. Daha sonra Hellenistik devirde hemen yanına kurulan Herakleia onun yerini almış.
Bafa Gölü’nün güney kıyısında ise, Hristiyanlığın erken dönemlerinde yerleşim bölgesi olarak seçilmiş Mersinet İskelesi bulunur.
Hellenistik devirde, eski Latmos kentinin hemen yanındaki kayalık ve çok engebeli araziye kurulan Herakleia kenti 65 gözetleme kulesi ve uzunluğu 6,5 kilometreye ulaşan çok iyi korunmuş surlarıyla dikkat çekiyor. Çok uzaklardan görülebilen bu muazzam surlar aynı zamanda antikçağın da en güzel surları olarak kabul edilir.
Antik kentte, surlardan başka, agora, Athena Tapınağı, meclis binası (bouleuterion), mezarlıklar ve adalar üzerindeki manastır kalıntıları gezilebilir. Bir de kentin kuzeydoğusundaki vadi yamacına sırtını vermiş tiyatronun oturma sıralarının pek az kısmı görülebilir.
Önce Endymion’un anısına yapılmış bir sunak olduğu tahmin edilen yapı görülmeli. Azra Erhat, Mavi Yolculuk’da Endymion efsanesini şöyle anlatır:
“Endymion, Beşparmak Dağları’nda sürülerini otlatan bir çobanmış. Kavalından başka bir varlığı olmayan bir çoban.
Gündüz kayadan kayaya hoplayan, boynuzlu, sakallı kara keçilerini gözler, yamacın mis kokulu kekiklerini yiyen sürünün titrek meleyişlerine kulak kabartırdı. Kavalı Endymion’un biricik dostu, sırdaşıydı. Dağlarda yapayalnız yaşamanın verdiği özgürlük, açıklık duygusunu, kalabalık şehirlerde oturan hemcinslerine özlemini hep bu kavala söylerdi. Kaval sanki onu bir an dinler, sonra boğuk ve tiz, gülen ve ağlayan seslerle duygularını dile getirir, uzak doruklara kadar ulaştırırdı. Endymion’un kavalı yalnız çobanın sevincini, özlemini söylemekle kalmaz, kara dorukların, yeşil çimenlerin, bulut bulut yapraklarıyla sağa sola serpilmiş ağaçların, cıvıl cıvıl akan suların da seslerini duyururdu.
Bu ıssız dağlarda Endymion’u gündüz kavalını üflerken, gece sere serpe uyurken kimsecikler görmezdi. Onu yalnız ay tanrıçası Selene görürdü. Selene, her gece gelir, delikanlının üzerine eğilir, gövdesinin ışınlarıyla sarar öperdi. Her öpüşte gövdeleri daha da aydınlanır, tepeden tırnağa nur kesilirlerdi. Tanrılar Selene ile Endymion’un bu hep yinelenen bitimsiz sevgilerinden hoşlanmış, Beşparmakların yoksul çobanına bir armağan vermeyi düşünmüşler, dile benden ne dilersen demiş olacak Zeus baba. Endymion da ne dilesin, ölümsüz bir uykuyla uyumayı dilemiş. Strabon’un, “Latmos’un yanında küçük bir ırmağı geçtikten sonra, bir mağara içinde Endymion’un mezarı görülür” diye tanımladığı mezarın neresi olduğu bilinmiyorsa da, Endymion için sonradan yaptırılmış bu sunak, köyün içinde göle hakim bir noktada. Yarım daire şeklinde önü sütunlu bir yapı olduğunu görüyorsunuz. Yapı doğal bir kayaya oyulmuş. Duvarların bazı yerleri kesme taşla yapılmış bazı yerleri de doğal kaya duvar olarak kullanılmış.
Kentin önemli yapıtlarından biri hakim tepe üzerinde yer alan ve önünde iki sütun bulunan Athena Tapınağı M.Ö. 3.yy’da Dor düzenine uygun olarak inşa edilmiş. Kentin baş tanrıçası Athena’nın “Athena Latmia” yerel adıyla anıldığını da, tapınağın çevresinde bulunan yazıtlardan öğreniyoruz.
Diğer kalıntılar, kent girişinden güneye ve doğuya doğru uzanan, bu arada eski Latmos kentini de istila etmiş olan Nekropolde, çevreye dağılmış 2 bin 500 mezardır. Bunların çoğu, aile mezarları olarak yapılmış ve ikili-üçlü gruplar halinde ana kayaya oyulmuş tekneleri ve üzerlerini örten, kimisi düz, kimisi çatı şeklindeki kapaklardan oluşur.
Latmos Körfezi kapanmadan önce iki limanı olan, geçimini denizcilik ve ticaretle sağlayan Herakleia, Roma devrine kadar varlıklı bir kıyı kentiymiş. Körfezin ağzının alüvyonlarla iyice dolmaya başladığı, denizle bağlantısının kesildiği Bizans devri başlarında, o da giderek önemini yitirmiş. Şüphesiz bunda, Maiandros (Büyük Menderes) ağzında oluşan bataklıkların, hastalık, ölüm ve göçleri birlikte getirmiş olmasının da payı büyük.
Herakleia’nın, Hıristiyanlığın ilk yıllarında piskoposluk merkezi olduğu bilinir, ancak o dönemlerden günümüze kalan fazla bir şey yok.
Kent M.S. 7.yy’dan itibaren yeniden canlanır. Sina Yarımadası’ndan gelen keşişlerin sığınma yeri olan bölge, gerçekten sığınma için aranan tüm şartlara sahip. Latmos Dağı’nın yamaçlarında, keşişlerin münzevi hayatı yaşadığı, fresklerle süslü çok sayıda hücre ve mağara bu dönemden kalmadır.
Daha sonra, Latmos Dağı Hıristiyanlar tarafından “Kutsal Dağ” kabul edilir. Ve 10.yy’dan 13.yy’a kadar bölgede pek çok manastır inşa edilir. O günlerden kalma manastırları, kentin kıyılarında, gölde yer alan dört adacığın üzerinde ve Beşparmak Dağları’nın güneybatı yamaçlarında görmek mümkün. M.S 9.yy’daki Arap akınları sırasında korkulu günler yaşamış. Bu dönemde, manastırların çevresi, tek ya da çift sıra surla çevrilerek korunmaya çalışılır.
Daha sonra, bölge yavaş yavaş, merkezi Milas olan Menteşe Beyliği’nin denetimine girmeye başlar. 1280 yılında da kesin olarak Menteşe Beyliği’nin eline geçer. Ve eski önemini yitirir. Çevrede bu döneme ait tek yapı kalıntısı, gölün güney kıyısındaki harap bir kervansaraydır.
troypc
troypc

Mesaj Sayısı : 2140
Kayıt tarihi : 26/11/09
Yaş : 34
Nerden : Ankara

http://ninova.eniyiforum.org

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Sayfa başına dön


 
Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz